12. İstanbul Bienali'nde yer alan iki önemli sanatçı Yıldız Moran ve Tina Modotti ve biraz daha fazlası...
Yazar: Jülide Karahan
Mezar taşlarının üzerine yapraklar düşmeye başladı ama şiiri kapatmadılar daha. Belki Ekim sonunda… Ocak 1981 ile Nisan 1995’te aramızdan ayrılan Özdemir Asaf ve eşi Yıldız Moran Arun’un mezarı Aşiyan’da yan yana. Şiir orada. Özdemir Asaf’ın ‘İkilem’i: “Sevgi ise, sevişeceğiz seninle/Kavga ise, dövüşeceğiz seninle/Ölümü de paylaştığımız yaşamda/Ortaklaşa bölüşeceğiz seninle.”
Şiirde, hayatı/hayatlarını bir çırpıda anlatıyor Asaf. Birbirlerini ilk gördükleri anı ise Yıldız Hanım: “Yaşamımı sürdürmek için para kazanmam gerekliydi. Yılbaşı kartları yapıp satmak, para kazanmamı sağlayabilir diye düşündüm. Anlaştığım matbaa çok kötü basmıştı kartlarımı. Tam umutsuzluğa düşmüşken, bir arkadaşım Özdemir Asaf’ı önerdi: ‘Hem şairdir, hem de titiz ve güzel baskılar yapar’ dedi. İş konuşmak için Özdemir Asaf’ın matbaasına gittim. Tarihini de verebilirim: 4 Kasım 1954, saat 11.00. Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı. Pırıl pırıl bir zekâ, renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü bir insandı kısacası…” (Ses Dergisi, 25. Sayı, 25 Haziran 1983)
Tam O Noktada Bütün Hayatı Değişmiş
1932 İstanbul doğumlu Yıldız Moran, ilk eğitimli kadın fotoğrafçımız. İngiltere’de fotoğraf eğitimi aldıktan sonra İtalya, İspanya, Avusturya, Fransa, Monako ve Yunanistan’a fotoğraf çekmek için gidip ilk kişisel sergisini 21 yaşındayken İngiltere’de açan Moran; o sergide, daha ilk günden tüm yapıtlarını satmış. İstanbul’a döndükten sonraysa 2 yıl boyunca tek bir fotoğrafı bile alıcı bulamayınca para kazanma umuduyla onları yılbaşı kartı yapmaya karar vermiş ve tam o noktada bütün hayatı değişmiş. 30 yaşındayken şair Özdemir Asaf ile evlenen ve anne olduktan sonra fotoğraf sanatına bir daha hiç geri dönmeyen Moran’ın fotoğrafçılık serüveni sadece 12 yıl sürebilmiş. 1950 ile 1962 yılları arasında…
Moran’ın geçen yüzyılın başında çektiği kimi fotoğraflar, 12. İstanbul Bienali’nin kişisel sergilerinden biri olarak karşımıza çıkınca şaşırıp ürpermemiz ve hemen ardından sevinip şiirlenmemiz biraz da bu yüzden. Sergide, uzun yıllardır gün görmemiş 16 fotoğraf var, 16 ayrı Anadolu hikâyesi daha doğrusu. Toprak bir ev önü, dar sokaklardan geçen neşeli bir at arabası, – üzerinde o akşam gösterilecek filmlerin afişleri: Kumarbaz ve Leyla ile Mecnun – sattığı sepet kulelerinin gölgesinde kahvesini yudumlayan adam, sırtına binecek birini bekleyen deve, çölde oynaşan iki keçi… Bienal küratörlerinden Adriano Pedrosa’nun dediği gibi: “Moran’ın fotoğrafları çoğu zaman Anadolu’daki gündelik yaşamdan kasvetli sahneler gösterir, ama bir yandan da duygusal ve derinden etkileyicidir. … Şipşak fotoğrafın özelliklerini taşımalarına rağmen, dinamik ve kışkırtıcı… Bu fotoğraflar, herkes tarafından bilinmeyen ve onun içten gözlemiyle tanıdık hale gelen bir toplumun portresini çiziyor.”
“Sanatçının çalışmalarında en çok dikkatimi çeken şey dolambaçsız güzellikleri ve acımasızlıkları.” diyen diğer küratör Jens Hoffmann’a göre ise Moran, gördüklerini süzgeçten geçirmeden fotoğraflamış. Çoğu fotoğrafı Anadolu’da çekilmiş. Gittiği çoğu yer, o zamanlar bilinmeyen ve ulaşılamayan yerler. O, sağlam bir dünya görüşü olan cesur bir kadın.
Tina Modotti’nin Bayraklı Kadın’ı
Yıldız Moran’ı bize hatırlattıkları ve tüylerimizi diken diken ettikleri için İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011’in küratörlerine teşekkürü borç bilip bienale vizörden baktığımızda; bolca belgesel fotoğrafla burun buruna geliyoruz. 1896 İtalya doğumlu Tina Modotti’ninkilerle mesela. “Bienale Tina Modotti’yi dâhil etme sebebimizden bahsetmeye başlamak için en doğru noktanın onun ikonik fotoğrafı ‘Bayraklı Kadın’ (1928 civarı) olduğunu düşünüyorum.” diye söze başlıyor ve fotoğrafı anlatıyor Hoffmann: “Bu resim, elinde kocaman bir bayrak tutmakta olan genç bir Meksikalı kadını gösterir. Omzundan aşağıya dökülen bayrak, o dönemde Meksika’yı saran devrimci ruhu temsil eder. Modotti pek çok başka özelliğinin yanı sıra fotoğrafçı, eylemci ve ilham perisiydi. Yakın zamanda çalışmalarına gösterilen ilgiye rağmen, yeterli ilgiyi halen görmediğini düşünüyorum. Onun yapıtları duygusal ve siyasal olduğu kadar biçimsel olarak da güzel.”
Pedrosa ise “Modotti kuşkusuz güçlü bir kadındı; 20. yüzyılın en önemli fotoğrafçılarından biriydi.” diyerek başka bir noktaya çekiyor dikkatimizi: “27 gibi genç bir yaşta diğer bir efsanevi fotoğrafçı Edward Weston ile birlikte Meksika’ya taşındı. Modotti fotoğraf eğitimini de Weston’dan aldı. Sonradan onu meşhur edecek fotoğrafları Meksika’da üretti ve bir yandan da Meksika Devrimi’nde aktif rol oynadı. Siyasi şahısları, arkadaşlarını ve işçileri konu eden portreleri kişisel ve tarihsel anları yakalarken, narin natürmortları güzellik ve mahremiyet hissini yansıtır. Bu birleşim cesur bir yapıtlar bütünü oluşturur. … Mitingleri, Diego Rivera ve José Clemente Orozco gibi arkadaşlarının duvar resimlerini, işçileri ve çevresinde tanık olduğu güzel anları fotoğraflardı. ‘İşçilerin Geçit Töreni’ (1926) isimli fotoğrafında bir beyaz şapka deryası görürüz ve yürüyenlerin içinde kayboluruz, çünkü Modotti de yürüyüşte yer almaktadır.”
İlhamını Kübalı ve Amerikalı sanatçı Felix Gonzales Torres’ten alan 12. İstanbul Bienali’nde tahmin edemeyeceğiniz kadar fotoğraf var. Üstelik deneyselden ziyade belgesel… Kırsal Güvenlik İdaresi’nin (FSA) fotoğraf koleksiyonundaki ‘ıskarta’ negatiflerden mafya cinayetleri ve Vietnam infaz fotoğraflarına, Michael Elmgreen ve Ingar Dragset’in ev içinde ve gayri resmi ortamlarda çektiği 364 siyah beyaz fotoğraftan Amerika iç savaşındaki ilk ceset görüntülere… Bienale vizörden bakmakta fayda var fakat vakit dar. Son tarih 13 Kasım, yer Antrepo No: 3 ve 5.
YORUMLAR